30 Ağustos 2010 Pazartesi

BEN FASHION WEEK GÖRDÜM


Küçükken Barbie oynamayı seven her genç kızın rüyasıdır fashion week'te yer almak. Ben Barbielarimi oynatırken böyle bir hayalim yoktu gerçi ama Barbieleri giydir çıkar seviştir aslında bilinçaltında bir fashion week olgusu yaratmış zira bu olay da böyle; mankenler giyinsin çıkarsın sevişsin:)

Hazır İstanbul'a gitmişim bir defile izleyip döneyim derken kendimi basın mensubu olarak 3 gün boyunca defileden defileye koşarken bualcağımı doğrusu tahmin etmiyordum. Basın kısmında blogger yaka kartlı insanlar görünce de küflenmiş blogum aklıma geldi ve buraya özgürce yazmalı gözlemleri diye düşündüm. Here we go:

2.GÜN: (yanlış yazmadım 2.günden katıldım 2'den başlıyorum) Gül Ağış, Zeynep Tosun, Zeynep Erdoğan'ın koleksiyonlarından oluşan karma defileyle başladı ifw maceram. İlk defile olunca başta etkilendim ama sonrakileri görünce çok da matah olmadığına kanaat getirdim. Zeynep Erdoğan tasarımları farklı ve hoştu ama kullandığı mankenler batırmış malesef güzelim tasarımları. Eş, dost hatrına yürüyemeyen birkaç manken dışında fena değildi.

Daha sonrasında en merak ettiğim Simay Bülbül defilesine sıra geldi. Backstage'de mankenlerin hazırlıklarını fotoğrafladık. Bizim ünlü dediğimiz Türk mankenlerin havasından geçilmiyor bence daha taş olmalarına rağmen yabancı mankenlerin varoş muamelesi görmeleri tuhafıma gitti. Makyajın ne kadar sihirli birşey olduğuna da canlı şahit oldum. Mankenler aslında çirkin evet evet çirkinler podyuma makyözleri çıkarmalılar alkışı hak edenler onlar. Ama fiziklerine diyecek lafım yok malesef 1.80 boylar gram yağ yok orda pek makyaj hilesi yok üzgünüm ki.

Simay'ın "Attarti Ana" konseptli avantgarde-couture tarzındaki fashion weekteki ilk solo defilesi tek kelimeyle mükemmeldi. Derinin gece kıyafetinde bu kadar zarif durması, tamamlayıcı aksesuarlar, sunumdaki sanatsallık, kareografi, müzik herşey temaya uygun şekilde büyüleyiciydi. En çok alkışı alan da hak eden de oydu. Sonrasında backstagede de diğerlerinkinden farklı bir coşku tabiri caizse sevgi yumağı vardı burda da Simay'ın pozitif enerjisi ve sıcakkanlılığının etkisi büyük.İnsan hem yetenekli hem tatlı olmamalı ya!

Sonraki defile Punto Deriydi. Marka defileleri beni pek açmıyor ürünler çok yaratıcı olamıyor çünkü. O yüzden olsa gerek Anjelika Akbar'ı koymuşlar podyumun ortasına onu dinledik öyle geçti.

Sonrasında Mehtap Elaidi vardı. Tasarımlar parlak pastel renklerle çok hoştu. Kumaşının hedehödö dokusu şu detaylarla bezemiş tarzı yorumlar yapamıcam. Bakıyorum giyerim çok tarz diyorum budur göz var süslenmiş terimlere gerek yok. Günlük hayatta giyip de insanları dönüp baktırtacak güzellikte kıyafetleri beğeniyorum bu yüzden marka defilelerinden çok tasarımcılarınki daha başarılı gözüktü gözüme.

İlk gün Arzu Kaprol'un defilesiyle bitti. Uzay çağını andıran bir konseptle göz alıcı bir defileydi ama kıyafetler de uzay çağında giyilebilir olduğundan bi Lady Gaga olmadığımdan alıcı gözüyle bakamadım. Görsel olarak güzeldi ama Armani taklidi diyenler de olmuş bilemeyeceğim. Ama Arzu Kaprol'un davetlileri kırmızı halıda karşılaması ilginç ve güzel bir jestti bence.

Defileden daha renkli sahnelerse kampüsteki davetliler arasındaki moda yarışıydı. Ben bunu nerde giycem ki diyerek alınan kıyafetleri giymek için ideal bir yermiş. Zira ben de en son gün öyle yaptım. Millet dikkat çekme yarışındaydı. Yeni sezondan haberim var diye bağırırcasına kasılmış yeni trend detayları da cabası. Ama şu kalın yüksek topuklu yuvarlak burunlu ayakkabılar yok olmalı derhal!

3.GÜN: Bugün Niyazi Erdoğan, Necla Güvenç, Tuvana Büyükçınar, Rana Berna Canok'tan oluşanine karma defileyle start aldım. Sonunda erkek modası görebildiğim bir gün oldu. Nej'in organik kıyafetleri, Tuvanam'ın rengarenk çocuksu çizgileri, Rana Berna Canok'un 3 boyutlu heykelimsi tasarımları güzeldi ama bir önceki günün karması daha bana hitap etmişti. Bugünün en beğendiğim defileleri Hatice Gökçe ve Özgür Masur oldu. Oh yaratıcılık dedim sonunda! Hatice Gökçe'nin hem bayan hem erkek Jön Türkler temasını ve o derileri çok beğendim bayan tasarımları maskülen ama erkek olsam tercih ederim. Özgür Masursa beni benden aldı. Tam bir trendy promgirl kreasyonları. Çok dişi bir o kadar sevimli çizgiler. Birkaç yaz düğünü elbisesi seçtim kendime gelecek yaz evlenenlere duyurulur! Sonrasında roportaj yapma fırsatım da oldu. İlham kaynağını öğrenmeye çalıştım ama ilham kelimesine inanmıyormuş kelimeye inanmıyor ama bir yerlerden gelmiş belli ki yoksa nasıl çıkacak bu şaheserler!

Bugünkü defile programı Bahar Korçan'la devam ediyordu. Gerçekten çok merak ediyordum ama kendisi özel seçilmiş basını alıp organizasyonun bunu bize bildirmemesinden dolayı sadece karmaşasını yaşayabildim. Moda Haftası kapsamında bir defile yapıyorsan basını elemek gibi bir tutum olmamalı. Bunu da organizasyonun ve kendi PRlarının embesilliğine veriyoruz fotolardan değişik bir defile olmuş gibi gözüküyor ama küstüm yazmıyorum kötüdür kesin o kötü! Koşturmayla geçen 2 gün sonunda bünyem iflas ettiğinden daha fazla dayanamadım Damat defilesini de kaçırarak evin yolunu tuttum zaten Damat'ın defilesinden çok backstageini merak ediyordum kısmet değilmiş. Bugün baş ağrısıyla kabusumsu geçti verim alamadım. Günün ilginç karakterleri Özgür Masur defilesine gelen Semra Özal, Beren Saat, Deniz Akkaya, Ece Sükan'dı. Her nesilden giydiririm diyor herhalde.

4.GÜN: Bugün kendime izin verdim. İstediğim roportajları da tamamlamıştım artık basın kartını şöyle bir kenara atıp red carpetın tadına varayım dedim. Çektim tasarım kıyafetimi ben de salındım kaç gündür gözlemlediğim tipler gibi. Gamze Saraçoğluyla başladım şölene. Tasarımlar güzeldi ama bence biraz farklı sunabilirdi çok sade bir kareografiydi. Genelde hepsi öyleydi niye farklı olmak için enerji sarfetmezler. O kadar yabancı basına sundukları önemli bir organizasyon katalog bakmaktan bir farkı olmalı. Bu farkı yaratan çok az defile izleyebildim. Bugün diğer günlere nazaran daha boştu ve daha karışık bir kesim vardı. Demek haftaiçi işi moda olan insanlar haftasonu da yapcak daha iyi işi olmayan insanlar geliyormuş.

Gamze Saraçoğlu'ndan sonra Avva defilesiyle devam ettik. Hah şimdi erkek manken izleyeceğiz diye bir hevesle en güzel yere çökerken karşımıza androitler çıktı. Teknoloji konseptine uydurcaz diye çocukları beyazlara boyamışlar ucuza kaçmış yeni yıl süsü gibi olmuşlar. Bu hi-tech makyajları gözümü fazla aldığından giysilere bakamadım. Marka defilelerine bir gıcık beslemiş gibi dursam da paramı kazanır işime bakarım ihracatçı mantığından uzak durup böyle organizasyonlarla kendilerini kanıtlamaları aslında gurur verici.

Avva'dan sonra Özlem Süer defilesi vardı Kız Kulesinde. Yine bir Bahar Korçan vakası yaşamamak adına risk almadım ve o süreyi benim gibi kampüste kalan insanlarla kendi defilemizi yaratarak geçirdim. Bu esnada keşfedilip bir koltukaltı detayı da verdim bazı medya mensuplarına. Bir gün keşfedileceğimi biliyordum koltukaltım da olsa bir yerimle bir yere gelceğimi hep hissetmiştim:)

Poz keserek geçen 4 saatin sonunda sıra asıl beklenen final defileye geldi: Koton. Marka deyip geçmedik ne de olsa tasarımlarını Hakan Yıldırım'a yaptırmış bir de üstüne Victoria Secret meleği Alessandra Amborosio'u getirmiş bir markadan söz ediyoruz. Ama defilenin girişi özel bir defile daveti değil de Media Markt açılışı izdihamı gibiydi. PR'ın embesilliğiyle kapasitenin çok ötesinde dolup taşan davetli sayısı aslında bana yaradı ve basın olarak alınmamama rağmen bir şekilde davetli girişinden girdim o yüzden çok fazla PR'a bok atamayacağım bir de güzel yerden izledim ki şu an gerçekten davetli olup da izleyemeyenlere üzüldüm kikiki. Bütün sansasyon zaten Ambrosio'dan kaynaklanıyordu. Kadın 2 kere yürüdü ama iz bıraktı geçti.

Bu defilede gördüm ki 3 gündür manken diye izlediklerimiz komşunun ünlü olmak isteyen cılız kızı kıvamında tiplerden ibaretmiş. Bikini defilesi olmasından mıdır hepsinin yabancı olmasından mı bakakaldık. Hatta hepsi o kadar birbirine benziyor ki sürekli Ambrosio bu mu bu mu diye sorup durdum ama Ambrosio çıkınca kendini belli ediyormuş onu gördük. Brezilyalıların genetik formülünü ele geçirmek istiyorum. Gelecek neslimi bu genlerde üretmek için ne gerekiyorsa yapacağım. Havasından suyundan olan birşey olamaz bu. Allah katında bir piyango çıkmış olmalı. İnsanlık oluşurken bir çekiliş yapıldığına inanıyorum da. Brezilyalılar güzelliği çekmişler biz de kroluğu. Bunun gibi bir şey. Defile boyunca "acaba bu popolar sambaylamı oluşuyor yoksa samba mı bu poponun ürünü" diye düşünüp durdum bu yüzden bikinilere odaklanamadım. Ama değil koton reyonlarında plajlarda görmeye alışık olmadığımız iddialı tasarımlardı. Koton değillerdi yani.

Asıl eğlence defile sonrasıydı. Elle'in partisinde tüm 3 günün acısını fazlasıyla çıkarttık. Partiyle ilgili detaylar vermek isterdim ancak yoğun alkol bilinçaltında hasara sebep olduğundan bu kısımları boş geçeceğim , görsellerle donatacağım.

Kıssadan hisse: moda dünyası benim için 3 günden ibaret kalmalı fazlası tehlikeli



7 Nisan 2010 Çarşamba

Sitcom Tadında Turkish Media

Ah bu medya beni öldürecek!

Gündemini yitirdi ama ben hala gülmekten kendimi alamıyorum ve daha da bayatlamadan bayatlamış bloguma renk katsın diye yazıyorum. İclal Aydın vs. Tuna Kiremitçi yani yüzyılın yanlışlıklar komedyasıyla dalga geçmemek olmaz.

Olayı anlatmaya gerek yok google it please. Bunların aşkı da böyle komik başlamıştı. Hatırlarım İclal'den aşk tanımı "ikimizin de gamzeleri var ne güzel değil mi?"idi. Eee tek ortak yanları gamzeleriymiş herhalde ki kadın kocasının aşık olduğu müzisyenin adını bile duymamış daha. Ah be kadın gazeteciyim dersin kendine, yazıyorsun ediyorsun insan bir kıskançlık krizine girmeden önce araştırır eder değil mi? Ben olcaktım o Jacqueline'i önce googlelar, sonra facebook, twitterda takibe alur yetmedi mi sokağına kadar gider dürbünle nasıl çello çalıyormuş bir bakar sonra döşerim yazımı. Tabi önce bir googlelasa bu kadar acıya da gerek kalmazdı. Bu yanlışlık olmasa terkedilmiş zilyonla kadının Martin Lutheri olabilirdi ama yılın ibişi olabildi anca vesselam.

O değil bunu yayınlayan gazeteye ne demeli? kıskıs gülmüştür yayın yönetmeni bak şimdi nasıl karışacak ortalık diye yada o da Jacqueline'in varlığına inandı:) Bence bundan sonra Tuna'nın tüm eski kırıkları ayaklansın "hepimiz Jacquelineiz" diye. Bu olaydan ne pazarlama çıkar ama. Literatürde sazanın yerini "iclalaydınlaşmak" alabilir. "Jacqueline yapmak" diye bir deyim de ortaya atılabilir.ör: "abi benim ex'e jacquilene yaptım, çıldırdııı hala hasta bana". Olayın bir de Tuna mallığı da var. Her kesimden insanın okuduğu bir gazeteye yazıyorsun öyle her metaforu kaldıramaz halkımız. Yazının altına bir dipnot döşeyeceksin adı geçen Jacquilene* çello sanatçısıdır diye yada önsöz gir eski eşlerin belki sonuna gelmeden hemen bir yazı döşeyip yayına verirler mazallah, de baştan "bu yazıda adı geçen şahıslar tamamen yazarın fantazi dünyası olup olası bir sevişme yaşanmamıştır". Neyse bu olay sayesinde tüm Türkiye Jacquilene'i tanımış olduk belki Tuna gibi sevgililer edinmiştir memleketimizden. Ne demişler her işte bir hayır vardır. Entellektüel insanlar, halkımın gamzelilieriyle birliktelik yaşasın ki kültür paylaşımı tüm yurda yayılsın.

Yurdumun medyasında ne skandallar unutulup gidiyor ama böyle komiklikler hep akıllarda kalıyor. Benim için Kaya Çilingiroğlu'nun Ferrari Ferayesi ve Jacquilene olayı her daim hafızamda kalcak. İclal Aydın Nobel alsa bile onu hep bu yazısıyla ve o tek gamzesiyle hatırlayacağım.

Kıssadan Hisse: Gamzesine aldanıp evlenme!
İntikam fast food değildir, bir sabret dur bir araştır öyle saldır

P.S: çok sevdiğim bir parça takıldı aklıma yazarken onu da paylaşayım anlam ve önemine uygun Franz Ferdinand- Jacquilene :) http://fizy.com/s/16m4rh